İndir
0 / 0

Ölüden şefaat dilemek veya ona yalvarmak câiz midir?

Soru: 153666

Kabrinin yanında ölüye yalvarmanın ve ondan şefaat dilemenin hükmü nedir?

Bunu yapan kimse, ölünün kabrinin yanında olduğu zaman, ölünün kendisini işittiğine inanıyorsa ve bu konuda Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in Bedir savaşında cesetleri kör kuyuya atılan müşriklerle konuşması gibi birtakım delilleri gösteriyorsa ve yaptığı davranışın, câhiliye dönemindeki müşriklerin yaptıkları şeye tamamen aykırı olduğunu, zirâ Mekkeli müşriklerin, kendi putlarına taptıklarını, oysa kendisinin ölüden kendisi için duâ etmesini istediğini, ölüye yalvarmadığını iddiâ etmektedir.

Bu kimsenin, bu davranışı büyük şirk midir?

Bu meselede birden fazla görüş var mıdır?

Bu konuda sizden delille birlikte açıklama yapmanızı ricâ ediyorum.

Allah'a hamdolsun ve peygamberine ve ailesine salat ve selam olsun.

Hamd, yalnızca Allah’adır.

Ölüden, özellikle de
kabrinin yanında kendisine duâ veya şefaat etmesini talep etmek câiz
değildir. Çünkü kabrinin yanında ölüye daha çok
bağlanmasına sebep olur. Bu davranış çirkin bir bid’at olup
şirke götüren ve Allah’ın dışındakilerden
istemeye sebep olur. Bazen bu durum, onu dînden çıkaran büyük şirke
kadar götürebilir.Ölüye çok bağlı kalmaları sebebiyle
çoğu zaman bu insanlardan meydana gelen şirk, işte bu büyük
şirktir.

Şefaat, yaratılanlardan
değil de sadece Allah Teâlâ’dan talep edilir. Allah Teâlâ salih
kullarından dilediği ve râzı olduğu kimselere şefaat
etme iznini verir. Bu şefaat de sadece kıyâmet günü olur.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda
şöyle buyurmuştur:

(( وَيَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لا يَضُرُّهُمْ وَلا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَؤُلاءِ
شُفَعَاؤُنَا عِنْدَ اللَّهِ..) [ سورة يونس من الآية:18]

“Onlar
(müşrikler), Allah’ı bırakıp
kendilerine zarar ve fayda vermeyen şeylere ibâdet ediyor ve: ‘Bunlar,
bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir’ diyorlar.”[1]

Allah
Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmuştur:

أَمِ
اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ شُفَعَاءَ قُلْ أَوَلَوْ كَانُوا لا يَمْلِكُونَ
شَيْئاً وَلا يَعْقِلُونَ * قُلْ لِلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعاً لَهُ مُلْكُ
السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ…
[ سورة الزمر من الآيتين:43-44]

“Yoksa
onlar (müşrikler), Allah’ın dışında
(taptıkları
putları) şefaatçiler
mi edindiler? (Ey elçi! Onlara) de
ki: (Putlar) hiçbir
şeye sahip değillerse ve (sizin onlara tapmanızı) düşünemiyor olsalar da mı? (Ey elçi! O
müşriklere) de ki: Şefaat tümüyle Allah’a âittir. Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur…”[2]

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:


وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْمِيرٍ * إِنْ
تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءَكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ
[ سورة فاطر الآيتين:13-14]

“O’nu (Allah’ı)
bırakıp da kendilerine ibâdet ettikleriniz, bir çekirdek
zarına[3] bile sahip olamazlar.
Eğer onları (putları) çağırırsanız
(onlara yalvarsanız),
sizin çağırmanızı
(yalvarmanızı)
işitmezler.
Faraza işitseler bile,
size cevap veremezler. Kıyâmet günü de onlar sizin ortak
koşmanızı reddederler.
(Bu gerçeği) sana,
her şeyden haberdâr olan (Allah) gibi hiç kimse haber
veremez.”[4]

Enes b. Mâlik’ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet
olunduğuna göre o şöyle demiştir:

أَنَّ
عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ كَانَ إِذَا قَحَطُوا اسْتَسْقَى بِالْعَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ فَقَالَ: اللَّهُمَّ
إِنَّا كُنَّا نَتَوَسَّلُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّنَا فَتَسْقِينَا وَإِنَّا
نَتَوَسَّلُ إِلَيْكَ بِعَمِّ نَبِيِّنَا فَاسْقِنَا، قَالَ: فَيُسْقَوْنَ.

[رواه البخاري ]

“Halk kıtlığa
maruz kaldığında
Ömer b. Hattâb
-Allah ondan râzı olsun-,
Abbas b. Abdulmuttalib ile istiskâda bulunarak:

-Allahım!
Nebimiz
ile sana tevessül ederdik de bize yağmur verirdin. (Şimdi O hayatta olmadığı için) Nebimizin amcası
ile sana tevessül ediyoruz, bize yağmur ver! derdi.

Enes der ki:

-Bunun üzerine yağmur yağar ve halk suya kavuşmuş
olurdu.”[5]

Şayet ölülerden şefaat talep etmek ve onlarla tevessül etmek
câiz olsaydı, sahâbe -Allah onlardan râzı olsun-, Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem-‘i bırakıp da şefaatçi olması için
amcası Abbas -Allah ondan râzı olsun- ile tevessül etmezlerdi.

Bu, eski ve yeni bütün âlimlerin üzerinde ittifak ettikleri bir husustur.Bu
konuda aralarında hiçbir görüş ayrılığı
yoktur. Bu konuda muhalefet edenler ise, görüşlerine itibar edilmeyen
bid’at ehlinden bazı kimselerin görüşleridir.

İlim ehlinden nakledilen görüşlerden bazıları
şunlardır:

Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- bu konuda
şöyle demiştir:

“Şer’î kabir ziyâretinde hayatta olanın, ölmüş
kimseye hiçbir ihtiyacı, ondan isteme ve onunla tevessül etme gereği
yoktur. Aksine kabir ziyâretinde ölüye duâ etmek gibi, hayatta
olanın, ölmüş kimseye faydası vardır. Allah Teâlâ buna
(ölüye), şunun (hayatta olanın) duâsı ve ona iyilikte
bulunması sebebiyle ölmüş kimseye merhamet eder ve hayatta
olanın bu ameli ile de ona sevap verir.”[6]

Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- yine
şöyle demiştir:

“Bazı insanların yapmakta oldukları melekler veya
ölmüş nebiler ve salih kimseler gibi, yaratılmışlara
yalvarıp yakarmak.

Meryem’e veya başkasına yalvarıp yakarmak ve ölülerden
Allah katında kendilerine şefaat etmelerini talep etmek gibi, nebilerden
hiçbirisi bunun için gönderilmemiştir.”[7]

Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- yine
şöyle demiştir:

“İkincisi:

Ölmüş birisine veya nebilerden ve salihlerden birisine
şöyle denilmesi:

-Benim için Allah’a duâ et!

-Bizim için Rabbine duâ et!

-Bizim için Allah’tan iste!

Nitekim Hıristiyanlar, Meryem’e ve başkasına böyle seslenirler.

Yine bunun câiz olmadığı ve
ümmetin selefinden kimsenin yapmadığı bid’atlardan olduğu
konusunda hiçbir âlim şüphe etmemiştir. İster duâ olsun, isterse
başka bir şey olsun, ölülerden bir şey talep etmek
meşrû değildir.

İmam Mâlik’in Muvatta’ında rivâyet
olunduğuna göre İbn-i Ömer -Allah ondan ve babasından
râzı olsun- (Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Ebu Bekir ve
Ömer’in kabirlerini ziyâret ederken):

“Esselâmu aleyke yâ Rasûlallah! Esselâmu
aleyku yâ Ebâ Bekr! Esselâmu aleyke yâ ebetî!” der, sonra oradan
ayrılırdı.

Abdullah b. Dînâr’dan rivâyet olunduğuna
göre o şöyle demiştir:


رَأَيْت عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ يَقِفُ عَلَى قَبْرِ النَّبِيِّ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيُصَلِّي عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ وَيَدْعُو لِأَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ.

“Abdullah
b. Ömer’i, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in kabrinin yanında
durup Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e salât getirirken, Ebu Bekir ve
Ömer’e duâ ederken gördüm.”

Aynı şekilde Enes b. Mâlik ve
başkasından nakledildiğine göre onlar da Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem-‘e selâm verirlerdi. Duâ etmek istediklerinde kıbleye
yönelirler ve Allah Teâlâ’ya duâ ederlerdi, Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem-‘in kabrine yönelerek duâ etmezlerdi.

Dört mezhep imamı, Mâlik, Ebu
Hanife, Şâfiî ve Ahmed ile diğer İslâm önderlerinin bu
konuda izledikleri yol;bir kimse Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘e selâm verip kendisi için duâ etmek
istediğinde kıbleye yönelirdi.”[8]

Değerli âlim Abdulaziz b. Baz -Allah ona
rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

“Ne Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘den,
ne de başka ölülerden şefaat talep etmek câiz değildir.
Çünkü ölüden hiçbir şey talep edilmez. Eğer müslüman
olarak ölmüşse, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in şu emri
gereği ona sadece duâ edilir ve rahmet okunur:

‘Kabirleri ziyâret edin. Çünkü kabir
ziyâreti size âhireti hatırlatır.”

Kim, Hüseyin’in veya Hasan’ın veyahut da
müslümanlardan başka birisinin kabrini ziyâret ederse, diğer
müslümanların kabirlerini ziyâret ederken yaptığı gibi ona
duâ eder, rahmet okur ve onun için Allah’tan istiğfarda bulunur. Sünnet
olan budur. Kabirlerdekilere yalvarıp yakarmak veya onlardan yardım
dilemek veyahut da şefaat talep etmek için kabirleri ziyâret etmeye
gelince, bu münker olan davranışlardandır, hatta büyük
şirktir.”[9]

Değerli âlim Abdulaziz b. Baz -Allah ona
rahmet etsin- yine şöyle demiştir:

“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve
sellem-‘den şefaat talep etmek, hiç kimseye câiz
değildir.Çünkü şefaat, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın
mülküdür. Bu sebeple şefaat, sadece Allah Teâlâ’dan talep edilir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyurmuştur:

قُلْ
لِلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعاً لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ…
[ سورة
الزمر من الآيتين: 44]

“(Ey elçi! O müşriklere) de
ki: Şefaat tümüyle Allah’a âittir. Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur…”[10]

Buna
göre
şefaat talep ederken şöyle dersin:

-Allahım! Nebin Muhammed’i bana şefaatçi
kıl.

-Allahım! Meleklerini bana şefaatçi kıl.

-Allahım! Mü’min kullarını bana
şefaatçi kıl.

-Allahım! Çocuklarımı bana
şefaatçi kıl.

Ölülere gelince, ister nebiler olsunlar, isterse
nebilerin dışında başka kimseler olsunlar, onlardan ne
şefaat, ne de başka hiçbir şey talep edilemez.”[11]

Değerli âlim Salih el-Fevzân bu konuda şöyle
demiştir:

“(Bazı kimselerin)
bağlanıp kaldıkları şüphelerden birisi de şefaat
konusudur.

Onlar diyorlar ki:

“Biz, Allah’ı bırakıp da
evliyâ ve salihlerden ihtiyaçlarımızı gidermelerini istemiyoruz.
Fakat biz, onların, Allah katında bize şefaatçi
olmalarını istiyoruz.Çünkü onlar, salah ehli ve Allah
katında makam sahibi kimselerdir.Dolayısıyla biz, onların
makamları ve şefaatleri ile Allah’tan istiyoruz.”

Onlara cevap olarak şöyle deriz:

Şüphesiz bu söz, Mekkeli müşriklerin
üzerinde bulundukları küfür ve şirki haklı göstermek için
daha önce söylemiş oldukları sözün
aynısıdır. Oysa Allah Teâlâ onları kâfir saymış
ve onları müşrikler olarak adlandırmıştır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyurmuştur:

(( وَيَعْبُدُونَ
مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لا يَضُرُّهُمْ وَلا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَؤُلاءِ
شُفَعَاؤُنَا عِنْدَ اللَّهِ..) [ سورة يونس من الآية:18]

“Onlar
(müşrikler), Allah’ı bırakıp
kendilerine zarar ve fayda vermeyen şeylere ibâdet ediyor ve: ‘Bunlar,
bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir’ diyorlar.”[12],[13]

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in Bedir günü
öldürülen ve cesetleri eski bir kuyuya atılan Mekkeli müşriklerin
ileri gelenlerinin cesetlerine hitap etmesine gelince, bu, Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem-‘e âit özel bir durumdur. O da hem hayatta iken, hem de
öldükten sonra küfrü ve kâfirlere zilleti göstermek ve onları
aşağılamak içindir.

Katâde şöyle demiştir:

“Allah Teâlâ, onları azarlamak, zelîl
kılmak, onlardan hıncını almak, onları kederlendirmek
ve pişman etmek için elçisi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in
söylediklerini işittirmek için onları diriltmiştir.”[14]

Bu sebeple Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in Mekkeli
müşriklerin ileri gelenlerinin cesetlerine hitap etmesini, Rableri
katında ölülerden şefaat talep etmeye ve onlara yalvarmaya
kıyaslamak doğru değildir. Hatta bu kıyas, en fasit ve en
kötü kıyastır.

İlmî Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komisyonu
âlimleri bu konuda şöyle demişlerdir:

“İnsan öldüğü zaman, işitme
duyusu da kaybolup gider. Dünyadaki sesleri idrak edemez, dünyadakilerin
konuşmalarını da işitemez.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyurmuştur:

وَمَا
يَسْتَوِي الْأَحْيَاءُ وَلا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَاءُ
وَمَا أَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
[ سورة فاطر الآية:
٢٢
]

“Ölülerle diriler
(kalplerin îmânla yaşaması ile kalplerin küfürle ölmesi) de bir değildir. Şüphesiz
Allah, dilediğine işittirir.
(Fakat ey Nebi!) Sen kabirlerde
olanlara (ölülere)
işittiremezsin!”[15]

Allah Teâlâ, bu âyette, elçisi
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in İslâm’a dâvet edip de O’nun
çağrısını işitmeyen kimseleri ölülere
benzetmiştir.

Buna göre işitmeyenler
sınıfına dahil edilen ölüler, Rasûlullah -sallallahu aleyhi
ve sellem-‘in çağrısına kulaklarını tıkayarak
O’nun dâvetine icâbet etmeyen ve: “Kalplerimiz
kılıflıdır (örtülüdür)” diyen inatçı kâfirlerden daha
önce gelirler.

Bunun içindir ki Allah Teâlâ
onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مَا
يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْمِيرٍ * إِنْ تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءَكُمْ وَلَوْ
سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ
وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ
[ سورة فاطر الآيتين:13-14]

“İşte
(bütün bunları
yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’na âittir.O’nu (Allah’ı) bırakıp da kendilerine ibâdet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile sahip olamazlar.Eğer onları (putları) çağırırsanız (onlara yalvarsanız), sizin çağırmanızı (yalvarmanızı)
işitmezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyâmet günü de onlar sizin
ortak koşmanızı
reddederler. (Bu gerçeği)
sana, her şeyden haberdâr olan (Allah) gibi hiç kimse
haber veremez.”[16]

Bedir savaşında
cesetleri eski bir kuyuya atılan kâfirlerin ölülerinin, Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in onlara seslenmesini işitmesine ve
Bedir’deki
eski kuyunun başında durup
onlara:


هَلْ وَجَدْتُمْ مَا
وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا؟ فَإِنَّا وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا.

“Rabbinizin
size vâdettiğini gerçek
buldunuz mu? Biz, Rabbimizin bize
vâdettiğini gerçek bulduk.”

Ve eski
kuyuya atılan müşriklerin ölülerine seslenmesini garip
karşılayan ashâbına:


وَالَّذِي نَفْسُ
مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا
أَقُولُ مِنْهُمْ.

“Muhammed’in nefsi elinde olan
Allah’a yemîn olsun ki, siz
benim onlara söylediklerimi işitmezsiniz!”

Buyurmasına gelince, bu
durum, Allah Teâlâ’nın, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e has
kıldığı bir özelliktir. Dolayısıyla bu,
(yukarıda zikredilen) delil ile genel durumdan ayrı tutulmuştur.
Aynı şekilde ölünün, kabre konulduktan sonra kendisinin
cenazesini teşyi etmeye gelenlerin kabristandan ayrılırken
onların ayak seslerini işitmesi de, bu genel durumdan ayrı
tutulmuştur.

Yine Rasûlullah -sallallahu
aleyhi ve sellem-‘in:

Nitekim Ebu Hureyre’den
-Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ أَحَدٍ يُسَلِّمُ عَلَيَّ إِلَّا رَدَّ اللَّهُ
عَلَيَّ رُوحِي حَتَّى أَرُدَّ عَلَيْهِ السَّلامَ.
[ رواه أبو داود بإسناد حسن
]

“Kim, bana selâm verirse, onun selâmını almam etmem için
Allah mutlaka bana rûhumu iâde eder.”[17]

Emri de bu genel durumdan
ayrı tutulmuştur.”[18]

Buna göre aslolan;
ölünün işitmemesidir. Çünkü o ölmüştür.
Dolayısıyla ruhunun gitmesiyle onun işitmesi, görmesi ve
konuşması da artık fonksiyonunu kaybetmiştir. Fakat
hakkında sahih delil gelen durumlar bunun dışındadır.

Değerli âlim Muhammed b.
Salih el-Useymîn’e -Allah ona rahmet etsin-:

“Ölülerin
işitip-işitmemesi konusunda tercihli görüş
hangisidir?” diye sorulmuş, bunun üzerine o şöyle cevap
vermiştir:

“Bu konuda tercihli
görüş; sünnette gelen delildir. Bu sâbittir ve bunda bir
karmaşık durum yoktur.

Nitekim hadiste
şöyle gelmiştir:

الْعَبْدُ إِذَا
وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتُوُلِّيَ وَذَهَبَ أَصْحَابُهُ حَتَّى إِنَّهُ لَيَسْمَعُ
قَرْعَ نِعَالِهِمْ، أَتَاهُ مَلَكَانِ فَأَقْعَدَاهُ فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا
كُنْتَ تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم ؟ فَيَقُولُ:
أَشْهَدُ أَنَهُ عَبْدُ اللهِ وَرَسُولُهُ. فَيُقَالُ: انْظُرْ إِلَى مَقْعَدِكَ
مِنَ النَّارِ! أَبْدَلَكَ اللهُ بِهِ مَقْعَدًا مِنَ الْجَنَّةِ. قَالَ النَّبِيُّ
صلى الله عليه وسلم: فَيَرَاهُمَا جَمِيعًا، وَأَمَّا الْكَافِرُ أَوِ الْمُنَافِقُ
فَيَقُولُ: لاَ أَدْرِي كُنْتُ أَقُولُ مَا يَقُولُ النَّاسُ. فَيُقَالُ: لاَ
دَرَيْتَ وَلاَ تَلَيْتَ. ثُمَّ يُضْرَبُ بِمِطْرَقَةٍ مِنْ حَدِيدٍ ضَرْبَةً
بَيْنَ أُذُنَيْهِ فَيَصِيحُ صَيْحَةً يَسْمَعُهَا مَنْ يَلِيهِ إِلَّا الثَّقَلَيْنِ.

[ رواه البخاري
]

“Kul, kabrine konulduğu ve arkadaşları geri dönüp gittiklerinde onların ayakkabılarının seslerini
işitir. İki melek kendisine gelip onu oturtarak:

-Şu adam,
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-
hakkında ne derdin? diye sorarlar.

Mü’min:

-Onun, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna
şehâdet ederim, diye cevap verir.

Bunun üzerine ona:

-Cehennemdeki yerine bak! Allah, onun yerine sana
cennetten bir yer verdi, denilir.

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-
buyurdu ki:

-O
(cennet ve cehennemdeki) iki makamını birlikte görür. Kâfir veya münâfık ise şöyle cevap verir:

-Bilmiyorum. Ben, insanların dedikleri gibi diyordum.

Bunun üzerine ona şöyle denilir:

Ne hak ve doğru olanı
bildin, ne de Kur’an’ı
okudun.

Sonra iki kulağının
arasına demir bir balyozla öyle
vurulunca haykırıp
feryat koparır. Öyle ki insanlar
ve cinler dışında, onlara yakın olan hayvanlar ve melekler
bu feryadı işitirler.”[19]

Yine Nebi -sallallahu aleyhi
ve sellem-‘den sâbit olduğuna göre O, Bedir günü öldürülen
müşriklerin ileri gelenlerinin cesetlerinin başında durup
onları azarlamıştır.

Bu durumu gören
ashâbından Ömer b. hattab -Allah ondan râzı olsun- kendisine:


يَا رَسُولَ اللَّهِ!
مَا تُكَلِّمُ مِنْ أَجْسَادٍ لاَ أَرْوَاحَ لَهَا؟ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى
الله عليه وسلم: وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ.
[ رواه البخاري ومسلم
]

“Ey Allah’ın elçisi! Ruhları olmayan (cansız) cesetlerle mi konuşuyorsun? diye sordu.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
şöyle buyurdu:

-Muhammed’in nefsi elinde olan
Allah’a yemîn olsun ki, siz
benim onlara söylediklerimi işitmezsiniz!”[20]

Yine bunun gibi şu
hadiste gelmiştir:

مَا مِنْ أَحَدٍ يُسَلِّمُ عَلَى قَبْرٍ يَعْرِفُهُ فيِ
الدُّنْيَا إِلاَّ رَدَّ اللَّهُ عَلَيْهِ رُوحَهُ فَرَدَّ عَلَيْهِ السَّلامَ.

“Kim,
dünyada (hayatta iken)
tanıdığı birisinin kabrinin başında durup da ona selâm verirse, Allah ruhunu ona iâde eder, bunun üzerine o, onun selâmına karşılık verir.”

Bunun dışında
aslolan, ölülerin işitmemesidir. Çünkü ölülerin
ruhları, bedenlerinden ayrılmıştır. Fakat sünnette
gelenlere de îmân etmek gerekir.”[21]

Değerli âlim Muhammed b.
Salih el-Useymîn -Allah ona rahmet etsin- yine şöyle demiştir:

“Fakat ölülerin
işittiklerini varsaysak bile, onlar başkalarına fayda
veremezler.Yani onlar, (kendisinden Allah’a duâ etmesini isteyen için) Allah’a
duâ edemezler, onun için istiğfarda bulunamazlar ve onlara şefaat
edemezler.Bunu şu sebeple söyledim:

(Kabirlerde yatanlara
yalvarıp yakaran) bu kabirciler, sakın söylediklerime
sarılıp: Madem ölüler işitiyorlar, öyleyse bu (kabirde
yatan) Allah’ın veli kullarından birisidir, ondan isteyelim ki o da
bizim için Allah’tan istesin veya Allah katında bize şefaat etsin.
Sünnette böyle bir şey asla gelmemiştir. Çünkü insan,
öldüğü zaman, şu üç şey dışında amel defteri
kapanır: Sadaka-i câriye, faydalanılan ilim ve kendisine duâ eden
hayırlı evlat.”
[22]

Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Ayrıca bu konuda (6744), (21524)
ve (112131) nolu soruların cevaplarına bakabilirsiniz.

[1] Yûnus Sûresi:18

[2]
Zümer Sûresi: 43-44

[3]
Âyette geçen “Kıtmîr” kelimesi, hurma çekirdeğinin
üzerindeki ince ve beyaz zar tabakasına denir.

[4] Fâtır
Sûresi: 13

[5] Buhârî, hadis no: 1010

[6] “Mecmû’ el-Fetâvâ”, c: 27, s: 71

[7]
“el-Cevabu’s-Sahîh Limen
Beddele Dîne’l-Mesîh”, c: 5, s: 187

[8]
“Mecmû’ el-Fetâvâ”, c: 1, s: 351-352

[9]
“Mecmû’ Fetâvâ İbn-i Baz”, c:
6, s: 367

[10]
Zümer Sûresi: 44

[11]
“Mecmû’ Fetâvâ İbn-i Baz”, c:
16, s: 105

[12] Yûnus Sûresi:18

[13]
“el-İrşâd ilâ
Sahîhi’l-İ’tikâd”, s: 70-71

[14]
Buhârî, hadis no: 3976

[15]

Fâtır Sûresi: 22

[16] Fâtır
Sûresi: 13

[17]
EbuDâvud, hadis no: 2041.
Hadisin senendi
hasendir.

[18]
“İlmî Araştırmalar ve
Dâimî Fetvâ Komisyonu Fetvâları”, c: 1, s: 478-479

[19]

Buhârî,
hadis no: 1273

[20]
Buhâri, hadis no: 3976, Müslim,
hadis no: 2875

[21]
“Açık Kapı
Buluşması”, c: 25, s: 222

[22] “Açık Kapı Buluşması”, c: 14, s: 87

Kaynak

İslam Soru-Cevap Sitesi

at email

e-posta hizmetine katılım

Yeni bilgiler ve güncellemelerden haberdar olmak için e-posta hizmetimize katılmanızdan dolayı memnuniyet duyarız

phone

İslam Soru & Cevap Uygulaması

İçeriğe daha hızlı erişim ve internet olmadan gezinme yeteneği

download iosdownload android