İndir
0 / 0
864412/01/2012

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in sünneti, kaybolmaktan korunmuş mudur?

Soru: 172853

Bizler, Kur’an’ın Allah Teâlâ tarafından korunmuş olduğunu biliyoruz. Peki Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in hiçbir hadisi kaybolmamış ve O’nun sünneti korunmuş mudur? Bilindiği üzere Moğollar (Bağdat’a girdiklerinde) birçok sünnet (hadis) kitaplarını yaktılar. Aynı şekilde modern sömürgeciler de Arap ülkelerindeki kitapları yok ettiler.

Allah'a hamdolsun ve peygamberine ve ailesine salat ve selam olsun.

Hamd,
yalnızca Allah’adır.

Şüphesiz Allah -azze ve celle-, nebisi Muhammed
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘i hidâyet ve hak dîn ile göndermiş,
önünden ve arkasından
ne gelirse gelsin, onu hiçbir şekilde boşa çıkaramayan Kur’an-ı Kerim’i indirmişve onu bütün insanlara tebliğ etmesini
emretmiştir.

Allah Teâlâ bu kitabı korumayı üstlenmiş
ve kendi üzerine almıştır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyurmuştur:

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا
الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
[ سورة الحجر الآية: 9 ]

“Şüphesiz ki
Zikr’i (Kur’an’ı) biz
indirdik.O’nu (bir değişikliğe uğratılarak ilâve
edilmekten veya noksanlaştırılmaktan
veyahut bir kısmının kayba uğramasından) biz
koruyacağız.” (Hicr Sûresi: 9)

Allah Teâlâ, Kur’an’ı
açıklama görevini, elçisi Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-‘e devretmiştir.

Nitekim Allah -azze ve celle- bu
konuda şöyle buyurmuştur:

… وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ
لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
[ سورة النحل من
الآية: 44 ]

“(Ey Nebi! Kur’an’ın
anlam ve hükümlerinden) insanlara indirileni açıklaman ve onların
da (üzerinde) düşünmeleri için, sana Zikr’i (Kur’an’ı)
indirdik.” (Nahl Sûresi: 44)

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ
الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً
لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
[ سورة النحل الآية: 64 ]

“(Ey Nebi! Dîn ve ahkâm
konusunda) ihtilafa düştükleri şeyleri insanlara açıklaman ve îmân eden bir topluluk için hidâyet ve rahmet olsun
diyesanaKitab’ı(Kur’an’ı) biz
indirdik.”
(Nahl
Sûresi: 64)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve
sellem-
bu görevi en hayırlı bir şekilde yerine getirmiş,
Kur’an’ın mücmelini (özet olarak zikredilenini), detaylı bir
şekilde anlatmış, mutlak olanını takyid etmiş
(sınırlandırmış), lafızlarını şerh
etmiş, hükümlerini ve anlamlarını
açıklamıştır. İşte Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in bu açıklaması,
elimizde bulunan sünnetin tâ kendisidir.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve
sellem-‘in
bu açıklaması, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’in bir
açıklaması niteliğinde olup bu konuda Allah -azze ve celle-
tarafından te’yid edilince, O’nun sünneti, Allah
Teâlâ katında
vahiy sayılmıştır.

Nitekim
Allah Teâlâ
bu
konuda şöyle buyurmuştur:

[1] [ سورة النجم الآيتان: 3-4 ]

“O
(Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-) kendi hevâ ve hevesinden konuşmaz. O, (konuştuğu
şeyler) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey
değildir.” (Necm Sûresi: 3-4 )

İbn-i Hazm -Allah ona rahmet etsin-
bu konuda şöyle demiştir:

“Allah Teâlâ, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in
bütün sözlerinin vahiy olduğunu haber vermiştir. Vahiy,
tartışmasız ‘Zikr’dir. Zikr ise, Kur’an nassıyla (Hicr
Sûresi 9. âyetiyle) korunmuştur.

Böylelikle
Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in bütün sözleri, Allah
-azze ve celle-‘nin muhafazasıyla koruma altına
alınmış ve sünnetten hiçbir şeyin kaybolmayacağı
bize garanti edilmiştir. Zirâ Allah Teâlâ’nın koruduğu
şeyin, bir kısmının bile kaybolmasının kesinlikle
imkânı yoktur.Bu sebeple sünnetin hepsi bize intikal etmiştir.”
(“el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm”; c: 1, s: 95)

İbn-i Hazm -Allah ona rahmet etsin-
yine şöyle demiştir:

“Zikr,
Allah Teâlâ’nın, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e
indirdiği Kur’an veya sünnetin hepsine verilen isimdir.”
(“el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm”; c: 1, s: 115)

İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin-
bu konuda şöyle demiştir:

“… Bu sebeple Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in dîndeki bütün sözlerinin
Allah katından bir vahiy olduğu
ve Allah katından olan her vahyin de Allah Teâlâ’nın indirdiği bir
‘Zikr’ olduğu böylelikle anlaşılmış
olmaktadır.

Nitekim Allah -azze ve celle- bu
konuda şöyle buyurmuştur:

… وَأَنْزَلَ اللهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللهِ عَلَيْكَ
عَظِيماً
[ سورة النساء من الآية: 113 ]

“(Ey Nebi!) Allah, sana
kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin
şeyleri öğretti. Allah’ın senin üzerindeki lütfu çok
büyüktür.” (Nisâ Sûresi: 113)

Âyette geçen ‘Kitab’, Kur’an’dır, ‘Hikmet’
ise; sünnettir.

Nitekim Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda
şöyle buyurmuştur:

أَلاَ إِنيِّ أُوتِيْتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ مَعَهُ…

“Biliniz ki bana, Kur’an ve onun benzeri
(sünnet) verildi…”

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu
hadiste, kendisine Kur’an verildiği gibi sünnet de verildiğini haber
vermiştir. Allah
Teâlâ, kıyâmet gününe kadar insanlara onunla huccetini ikâme etmesi için
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e
vahyettiği ve O’na indirmiş olduğu şeyleri korumayı
garanti altına almıştır.”
(“Muhtasaru’s-Savâiki’l-Mursele”; c: 2, s: 371)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in
sünnetinin (kaybolmaktan) korunmasının alâmetlerinden birisi de; zeki
İslâm âlimlerinin, sünnetin toplanması, yazılması,
rivâyetini düzenleyen, kabul edilip-edilmemesini belirleyen ve hadisleri
nakleden râvilerin hallerini araştıran birtakım kâideler
konulması gibi hususlarda göstermiş oldukları bıkmak-yorulmak
bilmeyen azimli çaba ve gayretleridir.

Dolayısıyla
Allah Teâlâ, elçisi
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in sünnetini korumak için bu râvileri
sünnetin emrine ve hizmetine vererek sünneti koruma görevini bizzat
kendisi üstlenmiştir.

Hâfız İbn-i Receb -Allah ona rahmet
etsin- bu konuda şöyle demiştir:

“Allah Teâlâ sünneti korumak ve muhafaza etmek için sünnete giren
yalan, vehim ve yanlışları ayırt eden topluluklar
görevlendirmiş, bu topluluklar, son derece güzel bir şekilde
sünneti kontrol altına almışlar ve onu mükemmel bir şekilde
ezberlemişlerdir.” (“Tefsir İbn-i Receb el-Hanbelî”;
c: 1, s: 605)

Kısacası; Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in sünneti
kaybolmaktan korunmuş ve âlimler, İslâm ümmetinin sünnetten ihtiyaç
duyduğu her şeyi nakletmişler, kalplerde ezberlemek ve
satırlarda yazmak sûretiyle sünneti korumuşlardır.

Bağdat’ta
Moğollar tarafından büyük miktarda yakılıp yok edilen
kitaplara rağmen,bu olay, sünneti
hiçbir şekilde etkilememiştir. İslâmdünyasının doğu ve
batısında olmak üzere her tarafta hadis kitaplarının
yaygınlaşmasını ve yazılmasını bir tarafa
bırakın, Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in sünneti, âlimlerin kitaplarından önce
onların kalplerinde korunmuş ve muhafaza edilmiştir.”
(Cemal es-Seyyid; “İbn-i Kayyim el-Cevziyye ve Sünnete Hizmetteki
Çabaları”; c: 1, s: 327) kitabı ile (Elbânî; “Hadisin
Kendisi Huccettir” kitabı.

Bununla
birlikte biz burada iki konuya dikkat çekmek istiyoruz:

Birincisi:

Bunun
anlamı;Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in hayatında söylemiş olduğu ve
günümüzde insanların ellerinde bulunan her kelime ezberlenmiş ve bize
nakledilmiş demek değildir. Aksine bundan maksat; insanların,
dînlerinde ihtiyaç duydukları bütün hükümler, Allah’ın muhafazasıyla korunmuş, sünnetten
hiçbir şey kaybolmamıştır.

İkincisi:

Bunun
anlamı; Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in bütün sünnetini sadece bir kitap toplamış demek
değildir veya insanların ellerinde bulunan sünnetinden kolayca
erişilen bir kısmını toplamış demek değildir
veyahut da bütün sünnetini bir âlim toplamış ve sünnetten hiçbir
şey bırakmayıp hepsini ezberlemiş demek değildir.
Aksine bundan maksat; sünnetin ilminin hepsi İslâm ümmetinde mevcuttur.
Buna göre bir âlim sünnetten bir hususu bilemezse (bir sünnetten habersiz
olursa), onu başka bir âlimin yanında bulabilir. Yine bir sünnet, bir
beldeye gizli kalırsa (o belde halkı tarafından bilinmezse),
başka bir belde halkına gözükebilir (o belde halkı
tarafından bilinebilir).

İmam Şâfiî -Allah ona rahmet
etsin- Arap dilinden söz ederken
şöyle demiştir:

“Arap
dili; diller arasında en geniş anlam ve en çok lafız içeren bir
dildir. Peygamber -sallallahu aleyhi
ve sellem-‘in dışında bu dilin bütününü ilmiyle
kuşatan (ihâta eden) birisini bilmiyoruz.Ancak dilin hiçbir şeyi, onu
konuşanların tamamına gizli kalmamıştır.Buna
göre dili bilen kimse yoktur denilemez. Yani bir dili konuşanların,
o dil hakkındaki tek tek bildikleri bir araya getirilince, dilin
tamamı ortaya çıkar…

Arapların dil bilgisi, fakihlerin sünnet bilgisi gibidir.Sünne­ti
her yönüyle (tamamını) bilen bir kimse olduğunu bilmiyoruz.
Fakat sünnet âlimlerinin hepsi bir araya getirilince, sünnet ilminin
tamamı elde edilmiş olur.Her birinin bilgisi ayrılınca
bazısı, bir kısmından yok­sun kalır. Ama onda gizli
kalan, başka birisinin yanında mutlaka mevcuttur…

Sünneti bilenler de derece derecedir: Bir kısmı, sünnetin
çoğu­nu, bir kısmı da bir bazısını
bilmektedir.Sünnetin çoğunu bilen biri­sinin,bilmediğini,kendi
seviyesinin üzerindeki kimselerden öğrenme­si gerekmez. Aksine kendi
seviyesindeki kimselerden de öğrenebilir. Ne­ticede
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve
sellem-‘in sünnetinin tamamını
öğrenmiş olur. Sünnetin tamamı husu­sunda bütün âlimler,
tek bir fert gibidir. Fakat her birisi, öğrenip kavradığı
sünnet oranında derece derecedirler.” (Şâfiî; “er-Risâle”;
s: 42-43)

Allah Teâlâ
en iyi bilendir.

الحاشية السفلية

الحاشية السفلية
1 وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى3 إِنْ هُوَ إِلَّا
وَحْيٌ يُوحَى4

Kaynak

İslam Soru-Cevap Sitesi

at email

e-posta hizmetine katılım

Yeni bilgiler ve güncellemelerden haberdar olmak için e-posta hizmetimize katılmanızdan dolayı memnuniyet duyarız

phone

İslam Soru & Cevap Uygulaması

İçeriğe daha hızlı erişim ve internet olmadan gezinme yeteneği

download iosdownload android