İndir
0 / 0
1123402/06/2007

 (KENDİSİNİ BOŞAYAN) EŞİNİNİN (BAŞKA BİR KADINLA) EVLENMESİNE ENGEL OLMAK İÇİN BEŞERÎ KANUNLARI KENDİ ÇIKARI İÇİN KULLANAN KADIN

Soru: 93208

İsviçre’de yaşayan müslüman örtülü bir kadın, kocası kendisini sözlü olarak boşadıktan sonra hemen İsviçre mahkemesine başvurarak kocasından ayrılmak istedi ve nafaka olarak da her ay kocasının aldığı aylığın yarısından fazlasını almaya hak kazandı. Bilindiği gibi bu kadın, herhangi bir işte çalışmamakta ve yanında da 4 yaşındaki kızını barındırmaktadır.İsviçre kanunlarına göre bu (kocasının sözlü boşaması), boşanma (talak) sayılmamaktadır. İsviçre kanunlarına göre boşanma, her iki tarafın (karı ile kocanın) ittifakı ile veya ayrılma tarihinden itibaren iki yıl sonra geçerli olmaktadır. Bir yıldan fazla bir süre geçtikten sonra bu kadın, hak ettiğindn fazlasını almakta ve kendisini boşayan kocasını, başka bir kadınla evlenmesine engel olmak için boşanma anlaşması yapmayı da reddetmektedir.

1. Yaşadığımız ülkenin kanunları ile muhakeme olmak gerekir, gerekçesiyle İsviçre mahkemesine başvurmak ve hüküm vermesi için İslâm’ın hükümlerine başvurmamak, doğru mudur?

2. Bilindiği gibi, kız çocuğunun nafakası babasına âittir. Bir yıldan fazla bir süredir iddeti bitmiş olan boşadığı eşinin nafaka ve kalacağı yeri, (İslâm’a göre) bu kocanın mı temin etmesi gerekir? Nafakanın temin edilmesi ne zaman sona erer?

3. Kocası, kendisini bir yıldan fazla süredir boşamış olduğu halde, onun başka bir kadınla evlenmesine engel olmak için İsviçre kanunlarını kendi çıkarı için kullanan bu kadının hükmü nedir?

Allah'a hamdolsun ve peygamberine ve ailesine salat ve selam olsun.

Hamd,
yalnızca Allah’adır.

Allah Teâlâ’nın şeriatından başka bir
şeyle muhakeme olmak, asla câiz değildir.

Nitekim Allah
Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

فَلا وَرَبِّكَ لا
يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي
أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا [ سورة النساء الآية:
٦٥]

“Hayır! Rabbine yemîn
olsun ki (ey Peygamber!)
Onlar kendi aralarında çıkan anlaşmazlıklarda (hayatta
iken) seni, (vefatından sonra da sünnetini) hakem
kılıp sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir
sıkıntı duymadan ve ona tam bir teslimiyetle teslim
olmadıkça îmân etmiş olmazlar.” (Nisa Sûresi: 65).

İbn-i Kesir -Allah ona rahmet etsin- bu âyeti tefsir
ederken şöyle demiştir:

“Allah Teâlâ, her işte Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- hakem olmadıkça hiç kimsenin îmân etmeyeceğine dâir mukaddes nefs-i
kerimine yemîn etmektedir.Bu sebeple onun verdiği hüküm, haktır,
açık ve gizli ona boyun eğmek ve teslim olmak gerekir.Bunun içindir
ki âyette şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي
أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا [ سورة النساء الآية: ٦٥]

“Yani seni hakem
kıldıkları zaman içlerinde sana itaat etsinler. Verdiğin
hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymasınlar
ve açık-gizli her hallerinde ona boyun eğip hiçbir direnç ve
mukavemet göstermeksizin, karşı koymaksızın,
tartışma ve çekişme olmaksızın ona tam anlamıyla teslim
olsunlar.”

Nitekim Rasûlullah
-sallallau aleyhi ve sellem- bir hadiste şöyle buyurmuştur:


وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ
لاَ يُؤْمِنُ أَحَدكُمْ
حَتَّى يَكُونَ هَوَاهُ تَبَعًا لِـمَـا جِئْتُ بِهِ.

[ مشكاة المصابيح]

“Nefsim elinde olan Allah’a
yemîn olsun ki, birinizin hevâ ve arzusu, benim getirdiğim dîne tâbi
olmadıkça, îmân etmiş olmazsınız.”

Değerli âlim Muhammed b. Salih
el-Useymîn -Allah ona rahmet etsin- de bu konuda şöyle demiştir:

“Bu, Lâ harfi ile yapılan müekked kasem
(yemîn)dir. Allah -azze ve celle-‘den kullarına
en has kasemi ise, Rubûbiyeti ile kasem etmesidir ki, o da Allah Teâlâ’nın, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-
için kasem etmesidir.

Allah Teâlâ, aşağıdaki şeyleri yerine getirmeyen
kimseden îmânın gideceğine dâir kasem etmiştir:

Birincisi:

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘i hakem kılmak.

حتى يحكموك

“… seni, hakem kılıp sonra da senin verdiğin
hükme…”

Her kim, Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-‘den başkasının hükmüne başvurursa (muhakeme olmak isterse), o mü’min değildir. Ya
dînden çıkaran küfür işleyerek kâfir olmuştur, ya da dînden
çıkarmayan ameli küfür işlemiştir.

İkincisi:

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in verdiği hükmü gönül
hoşnutluğu ile kabul etmek, verdiği hükümden dolayı
içlerinde hiçbir sıkıntı duymamak, aksine onu kabul etmek ve Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in verdiği hükmü gönül
hoşnutluğu ile karşılamak.

Üçüncüsü:

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e
tam bir anlamıyla teslim olmak.Allah Teâlâ, âyette “teslim”
kelimesini bu kelimenin masdarıyla pekiştirmiştir. Yani tam
teslimiyetle demektir.

O halde ey müslüman kardeş!

Senden îmânın gitmesinden şiddetle
sakınmalısın!”

(Bkz: Muhammed b. Salih el-Useymîn’in; Vâsıtiyye Akidesi Şerhi;
s: 181-182).

Bu bacımıza düşen görev; ki sorudan
anlaşıldığına göre kendisinde pek çok hayır
vardır. Bunun da alâmeti hicâbına bağlı
kalmasıdır. Bacımızın, kendisi ile kocası
arasındaki meselede, Allah -azze ve celle-‘nin hükmü ile hüküm verecek
birisine başvurması gerekir. Nitekim daha önce kendileri gibi
batı ülkelerinde yaşayan müslümanların ne yapmaları
gerektiğini, (4044) nolu sorunun cevabında
açıklamıştık. Bu sorunun cevabına dönerse,
-İnşaallah- orada yeterli cevabı bulacaktır.

Bizler, kocanın tekrar eşine dönmesi için, karı ile
koca arasını düzeltmek ve ikisini birbirine
yakınlaştırmak için daha fazla gayret gösterilmesini ve
çaba harcanmasını tavsiye ederiz. Çünkü bunda
kızlarının menfaati vardır.

Soruda geçen meselelere gelince, onlara şöyle cevap verebiliriz:

Birincisi:

Talak (boşama); kocanın boşama lafzını telaffuz
etmesiyle vuku bulur.Allah Teâlâ’nın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen
birisinin hükmüne başvurmayı bir tarafa bırakın, bir dînî
hâkimin hükmüne bile gerek yoktur.

İkincisi:

Allah Teâlâ’nın helal kıldığı şey olan
kocanın evlenmesine engel olmak için beşerî kanunlara başvurmak,
aslâ câiz değildir.Bu, kocanın hakkına tecavüzdür ve ona
yapılan bir zulümdür. Bu sebeple bu bacımızın Allah
Teâlâ’dan korkması gerekir. Bilmelidir ki zulüm, kıyâmet günü sahibi
için zulmetin sebeplerindendir ve sahibinin başına çok çetin
azabı getirir.

Üçüncüsü:

Boşanmış kadına, iddet süresi dolduktan sonra ne nafaka
verilir, ne de oturacağı ev temin edilir.

İbn-i Kudâme -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:

“Süknâ (oturacağı ev)
ve nafaka, ancak kocanın rec’at edebileceği (tekrar dönebileceği)
kadını için gerekir.” “el-Muğnî”; c: 7, s:
145).

Dördüncüsü:

Kadının, kocası üzerinde nafaka ve süknâ hakkı
olmadığı bilinirse, İsviçre kanunlarına göre
kocasından gönül rızâsı olmadan almış olduğu
mal, haramdır.

Nitekim Allah
Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لا
تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلا أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً
عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ
[ سورة النساء الآية:
٢٩]

“Ey îmân
edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticaret olması
dışında, mallarınızı aranızda haksız
yere (meşrû olmayan yollarla) yemeyin. (Allah’ın haram
kıldıklarını işleyerek) birbirinizi
öldürmeyin. Şüphesiz Allah size çok merhametlidir.” (Nisâ
Sûresi: 29).

Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:

كُلُّ الْـمُسْلِمِ عَلَى الْـمُسْلِمِ حَرَامٌ: دَمُهُ
وَمَالُهُ وَعِرْضُهُ.
[رواه مسلم]

“Müslümanın
her şeyi; kanı (canı), malı ve
ırzı (namusu), müslümana haramdır.” (Müslim).

Buna göre bu kadının,
boşanmış olduğu kocasından aldığı
malı geri vermesi ve onunla helalleşmesi gerekir.

Beşincisi:

Kızın yetiştirilmesi ve büyütülmesi,
güvenilir müslüman olduğu ve evlenmediği sürece yedi yaşına
kadar annesinin hakkıdır.

İmam İbn-i Kudâme -Allah ona rahmet etsin- şöyle
demiştir:

“Karı ile koca birbirinden ayrılır ve ikisinden de bir
erkek veya deli çocukları olursa, insanlar içerisinde erkek olsun,
kız olsun, çocuğu kefâletine almaya, -şartları
tamamlandığı takdirde- en çok annesi hak sahibidir. Bu, Yahya
el-Ensârî, Zührî, Sevrî, Mâlik, Şâfiî, Ebu Sevr, İshak, Re’y
sahiplerinin (Hanefîlerin)
görüşüdür. Bu konuda aykırı görüşte olan birisini
bilmiyoruz.” “el-Muğnî”; c: 8, s: 190).

Altıncısı:

Kızın nafakası, annesinin kefâletinde olsa bile, dînen
babasının üzerinedir.

Nitekim
Âişe’den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna
göre, Utbe’nin kızı Hind, Rasûlullah -sallallau aleyhi ve
sellem-‘e gelerek şöyle demiştir:

يَا رَسُولَ اللهِ! إِنَّ أَبَا سُفْيَانَ رَجُلٌ شَحِيحٌ،
وَلَيْسَ يُعْطِينِي مَا يَكْفِينِي وَوَلَدِي إِلَّا مَا أَخَذْتُ مِنْهُ وَهُوَ
لَا يَعْلَمُ، فَقَالَ: خُذِي مَا يَكْفِيكِ وَوَلَدَكِ بِالْـمَعْرُوفِ.
[ رواه البخاري ومسلم ]

“Ey Allah’ın elçisi! Ebu
Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuğuma yetecek kadar nafaka
vermiyor. Onun haberi yokken (ondan habersiz) onun malından bir şey (ihtiyacımız
kadar nafaka) alsam (helal midir)? diye sordu.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

– Dînin
emrettiği, sana ve çocuğuna yetecek kadarını alabilirsin.”
(Müslim).

Bu hadiste, evlatların nafakasının
babalarının üzerine farz olduğunu ve nafakanın “yetecek
kadar” olmakla takdir edildiğini göstermektedir. Kadının
kendisine ve çocuğuna yetecek kadarından fazlasını alma
hakkı yoktur.

Yine de en iyisini
Allah Teâlâ bilir.

Kaynak

İslam Soru-Cevap Sitesi

at email

e-posta hizmetine katılım

Yeni bilgiler ve güncellemelerden haberdar olmak için e-posta hizmetimize katılmanızdan dolayı memnuniyet duyarız

phone

İslam Soru & Cevap Uygulaması

İçeriğe daha hızlı erişim ve internet olmadan gezinme yeteneği

download iosdownload android