İndir
0 / 0

“ES-SÂBİRÎNE VE’S-SÂDIKÎNE VE’L-KÂNİTÎNE VE’L-MÜNFİKÎNE VE’L-MÜSTAĞFİRÎNE Bİ’L-ESHAR” ÂYETİ’NİN TEFSİRİ

Soru: 114969

Âl-i İmran Sûresinin 16. âyeti ve ondan bir sonraki âyeti:

[1] [ سورة آل عمران الآيتان: 16-17]

 “Onlar:Rabbimiz! Biz îmân ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi cehennem azabından koru, diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.” (Âl-i İmran Sûresi:16-17).

Sizden, bu iki âyetin tefsirini ve başlangıcı:

قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ… [ سورة آل عمران من الآية: 15]

“De ki: Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? (Âl-i İmran Sûresi:15).

 Şeklindeki 15. âyetin tefsirini ve mana bütünlüğünü… Rica ediyorum. (Gerçekten de sıralama); sabır, sadakat, kunut, Allah yolunda infak, sonra da (tevbe) istiğfar şeklinde midir, yoksa nasıldır?

الحاشية السفلية

الحاشية السفلية
1 الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ16 الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ17

Allah'a hamdolsun ve peygamberine ve ailesine salat ve selam olsun.

Hamd, yalnızca Allah’adır.

Birinci olarak: Bağlam:

Bu âyetler, dünyalık ihtiraslar
ile, âhiret nimetlerinin mukayesesi bağlamında gelmiştir. Allah
Teâlâ, dünya varlıklarını ve orada insanlara sunulan zevkleri
zikrettikten sonra, âhiretin nimetlerini zikir yoluna gitmiştir. Gerçek
nimet ve ebedi mutluluk da işte budur. Allah -azze ve celle-, bu
bağlama bu teşvik edici istifham üslubu ile başlayarak
şöyle buyurmaktadır:

قُلْ
أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ
جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ
مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ . الَّذِينَ
يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آَمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا
عَذَابَ النَّارِ . الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنْفِقِينَ
وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأسْحَارِ
.[ سورة آل عمران
الآيات:15-17]

“De ki:Size, onlardan daha hayırlısını
haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için
Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları
cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası
vardır.Allah, kullarını hakkıyla görendir. Onlar: Rabbimiz,
biz îmân ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi
ateş azabından koru, diyenler, sabredenler, doğru olanlar,
huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar
ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma
dileyenlerdir.” (Âl-i İmran Sûresi:15-17).

Âhiret nimetleri, her türlü
zahmet ve sıkıntıdan beridir.

Örneğin dünyada,(bir nimet olarak)
kadınlar ve evlatlar (var) iken, âhirette (buna denk), dünyadaki
benzerlerinden her bakımdan farklı olan “tertemiz eşler”dir.Bu
nitelemede dünyalık zevkler ve ihtiraslar karşısında (âhiret
nimetlerinin) gerçek bir kalite farkı görülmektedir.

Bütün bunlardan daha da yüce
olanı ise,
( رضوان من الله )
(Allah’ın hoşnutluğu)’dur ki, dünya hayatına da, âhiret
hayatına da bedeldir. Bu, (Allah’ın rızası, sevgisi ve
lütfu’nün onları sarması ve bundan sonra asla bir zorlukla
karşılaşmamaları) cennet ehlinin kavuşacağı
nimetlerin en yüce olanıdır.

Sonra, Allah Teââ; bu büyük nimeti hak
eden kullarının gerçek vasıflarını (ki Allah Sübhanehu
ve Teâlâ onların her şeyinden haberdardır) açıklamaktadır.

O şöyle demektedir:

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آَمَنَّا فَاغْفِرْ
لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
[ سورة آل عمران
الآية: 16]

“Onlar:Rabbimiz! Biz îmân ettik.
Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi cehennem
azabından koru, diyenlerdir.” (Âl-i İmrân Sûresi: 16)

Onların bu sözlerinden
maksat, sözün bizzat kendisi değil, müminlerin hayatlarını
kuşatan Allah -azze ve celle-’ye olan tam bir bağlılıkla
bağlanışları ve îmânlarının bir tezahürü, Allah
karşısında günahlarını affettirecek ve bu müminler
için en büyük temenni olan cehennem azabından koruyacak tam bir teslimiyet
ifade ediyor olmasıdır.

İbn’ül-Kayyim -Allah
ona rahmet etsin-
der ki:

“Allah Teâlâ bütün bunların dünya
hayatına âit (geçici) zevkler olduğunu belirttikten sonra,
kullarını ahiretin nimetlerinin daha hayırlı ve daha
kalıcı olduğunu bildirerek ona teşvik etmektedir. Âyeti Kerimesinde şöyle
buyurur:

قُلْ أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ
اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ
خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ
بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
.[ سورة آل عمران
الآية:15]

“De ki:Size, onlardan daha hayırlısını
haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için
Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları
cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası
vardır.Allah, kullarını hakkıyla görendir. ”
(Âl-i İmran Sûresi:15).

Allah Sübhanehu ve Teâlâ, daha sonra bu nimete lâyık
olanların, onu hak edenler olduklarını belirterek
şöyle buyurmuştur:

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آَمَنَّا فَاغْفِرْ
لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ . الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ
وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنْفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأسْحَارِ
.[ سورة آل عمران الآيتان:16-17]

“De ki:Size, onlardan daha hayırlısını
haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için
Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları
cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası
vardır.Allah, kullarını hakkıyla görendir. Onlar: Rabbimiz,
biz îmân ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi
ateş azabından koru, diyenler, sabredenler, doğru olanlar,
huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar
ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma
dileyenlerdir.” (Âl-i İmran Sûresi:16-17).

Bu âyette Allah Teâlâ, sevdiği kulları
için âhiret nimeti olarak hazırlamış olduğu şeylerin,
dünya metaından daha hayırlı olduğunu haber vermektedir. Âhiret
nimetleri ise, iki çeşittir: Zevkini çıkaracakları ecirler ve
ondan daha da yüce olanı Allah’ın rızası.

Allah Teâlâ buyurmaktadır:

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ
وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الأَمْوَالِ وَالأَوْلادِ
كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ
مُصْفَرّاً ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماً

[سورة الحديد
الآية:20]

“Bilin
ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda
karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma
yarışından ibarettir.
(Nihayet
hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle:Bir yağmur (düşünün)
ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider.Sonra kurumaya yüz tutar
da sen onu sararmış olarak görürsün.” (Hadîd Sûresi:
20).

Burada da Allah Teâlâ, düşünebildikleri
kadarıyla düşünenler için, dünya gerçeğini onlara haber veriyor.
Dünya bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Kaldı ki oyun ve oyalanmak nefis
için birer meşgale olup, ancak cahillerin yapacağı bir “vakit harcama”dır
ve boşu boşuna “yok” olma dışında bir gerçekliği
de yoktur.” (Uddet’us-Sabirîn;
s:168).

İkinci
olarak: Kelimelerin tefsiri.

Allah Teâlâ, kendileri için cennette, dünya
nimetleriyle asla mukayese edilemeyecek nimetler
hazırladığı muttaki (Allah’tan hakkıyla korkan)
kullarının sıfatlarını zikretmektedir. Bu
sıfatları, özendirme ve muhtevasına sadık
kalınması maksadıyla zikretmiştir.

İbn
Kesîr -Allah ona rahmet etsin- der ki:

”Allahu Teala; kendilerine büyük sevaplar va’d
ettiği takva ehli kullarını tarif etmektedir.

Buyurmaktadır ki:

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا

“Rabbimiz: Bizler îmân ettik’
diyenler…”

Yani, sana, kitabına ve rasulüne.

فَاغْفِرْ لَنَا
ذُنُوبَنَا

“Günahlarımızı
bağışla..”

Yani, sana ve bize gönderdiğin
şeriata olan îmânımız nedeniyle, rahmetin ve faziletinle
günahlarımızı ve taksiratımızı bağışla.

وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

“Bizi cehennem azabından koru.”

Sonra buyurdu ki:

الصَّابِرِين

“Sabredenler”

Yani, ibâdet ve taatında daim olanlar ve
haramlardan sakınanlar.

( وَالصَّادِقِينَ )

“Sadıklar”

Yani,
zorluklarına katlanmak suretiyle istikamet üzere oldukları îmânları
konusunda sadakat sahibi olanlar.

(
وَالقَانِتِينَ )

“Samimiyetle, gönülden boyun
eğenler”.

Kunut: İtaat etmek, boyun
eğmektir.

( والْمُنفِقِينَ )

“İnfakta bulunanlar”

Yani,
İtaat edilmesi emredilen bütün hususlarda, mallarıyla (infakta
bulunanlar).

Yakınları ve akrabalarıyla
alakayı kesmeyenler, muhtaç olanları gözetenler.


وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأسْحَارِ
.

“Seher
vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dileyeler.”

Bu (son) ifade, seher vakitlerinde yapılan duâ
ve niyazların faziletine delalet etmektedir.

Denilmiştir ki:

Yakup -sallallahu aleyhi ve sellem- oğullarına:

سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي .

“Yakub: Rabbimden sizin
bağışlanmanızı dileyeceğim.
(Yusuf Sûresi: 98).

Dediğinde, duâsını seher vaktinde
yapmıştır.

Yine, Sahihayn’de, Müsnedlerde ve Sünenlerde, birden
fazla vecihle rivayet edildiğine göre, Rasulullah -sallallahu aleyhi
ve sellem-, sahâbeden bir gruba şöyle buyurmuştur:

“Her gece, gecenin üçte biri
kaldığında, Allah Teala, dünya semasına iner ve
şöyle der:

-İsteyen yok mu kendisine vereyim.
Duâ eden (yalvaran) yok mu duâsına icâbet edeyim. İstiğfarda
bulunan yok mu tevbesini kabul edip kendisini bağışlayayım.”
(Hadis).

Üçüncü
olarak: Belağat ve edebiyat.

Burada, Allah Teâlâ’nın:

الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ
وَالْمُنْفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأسْحَارِ
.[ سورة آل عمران
الآية: 17]

“Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda
gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve
seherlerde (Allah’tan) bağışlanma
dileyenlerdir.” (Âl-i İmran Sûresi:17).

Âyetindeki, bazı edebi ve beyani
hususları, ilim ehli müfessirlerin sözlerinden hareketle, soru ve
cevap üslubuyla açıklayalım.

1.
Allahu Teâlâ, niçin diğerlerini değil de, mü’minlerin
bu özelliklerini zikretmiştir:

Bazı
müfessirler şöyle demişlerdir:

Bu
beş özellik kulluğun bütün aşamalarını ve Allah
Teâlâ ile olan bütün muamelatı kapsamaktadır.

İmam
Beyzavî -Allah ona rahmet etsin-:

الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ
وَالْمُنْفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأسْحَارِ
.[ سورة آل عمران
الآية: 17]

“Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda
gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve
seherlerde (Allah’tan) bağışlanma
dileyenlerdir.” (Âl-i İmran Sûresi:17).

Kulluğun en güzel özelliklerini belirtmektedir,
demektedir.Kulun, Allah ile olan münasebeti, ya tevessül ederek ya da talep ile
olur.

Tevessül: ya nefis ile ki; nefsi kötülüklerden
alıkoyup, iyiliklere ve iki hali de kapsayan sabırlı olmaya
yönlendirmek suretiyle veyahut da beden ile olur. Beden ile olan tevessül
de, ya sözlü olur ki, bu doğruluktur. Veya fiili olur ki, bu da, itaatin gereği olan kunut,
yani Allah’ın yüceliği karşısında boyun eğmektir.
Veyahut da mal ile olur ki, bu da hayır yolunda infakta bulunmaktır.

Talep ise; istiğfar (bağışlanma
dileği) ile olur; çünkü bağışlanma isteği, dileklerin
en büyüğüdür. Hatta istiğfar, tüm bağışlanma
isteklerini kapsamaktadır.” (Beyzâvî Tefsiri; c: 2, s:16).

Tâhir
b. Âşûr -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:

“Burada, dindarların ana özelliklerinin
faziletleri zikredilmiştir. Bunlar:

Sabır: Taatta bulunmanın ve
kötülükleri terk etmenin esası.

Sadâkat: İstikamet üzere olmanın ve
Ümmetin fertleri arasında güven duygusunun
yaygınlaşmasının temeli.

Kunût: İbadetlerin vaktinde, tam anlamıyla
ve yerli yerince yapılmasının şartı. Kunut, nefsî ve
bedenî bir ibadettir.

İnfak: İnfak, ümmetin
muhtaçlarının ihtiyaçlarını yeterince gidermenin temelini
teşkil eder. Yakınlaşmanın mali boyutudur. Mal canın
ikiz kardeşidir!

Seherlerde tevbe İstiğfar: Gecenin
sonlarına doğru, namaz ile beraber yapılan duâ ve istiğfar.
Seher, gecenin son anlarıdır. İbadetin en fazla ihlâsla
yapıldığı anlardır. Çünkü her yere sükûnet
hâkim olmuştur. Bu vakitlerde kalkıp, namaz ve duâ ile meşgul
olmak, kişinin âhiretine gösterdiği öneme delalet eder. Bu
yüzden, sadık kimseler, tevbe istiğfar için bu vakti tercih ederler.
Çünkü vakit, meşgalelerden arınmış, duyguların
saflaştığı bir vakittir.” (et-Tahrîr ve’t-Tenvir kitabı;
c: 3, s: 43).

2. Bu vasıflar,
niçin bu sıralamayla gelmişlerdir?

Bunun herhangi bir
özel nedeni var mıdır? Bu diziliş, rütbeler arasındaki
efdaliyete mi delalet etmektedir? Yoksa hepsi aynı mertebede midirler?

Derinlemesine
düşünüldüğünde, bahsi geçen bu sıfatların, bu
şekildeki sıralanışının efdaliyet ifade
ettiği anlaşılmaktadır.

Sabır, nefsin
arzularını dizginleyip, ibâdete yöneltmeyi ve kötülüklerden
vazgeçmeyi gerektirmektedir.Ancak nefse engel olmak, tek başına sevap
kazanmak için yeterli olmamakta, Allah’a karşı ihlâs ve sadakati de
gerektirmektedir.O yüzden, “Sabirîn”, sabredenler ile başlamış
ve akabinde de “Sâdıkîn” sadakat ehli, doğru kimseler”
zikredilmiştir.

Sonra, kullar bazen
sabırdan ve doğruluktan uzaklaşıp, ibâdetlere
karşı tembelleşebilirler. Böylece, bu mertebelerde yükselme
konusunda geriye düşülebilir. İşte, (bu iki sıfatın
arkasından) ibâdetlerde devamlı olmak ve dosdoğru olmak
manasındaki “Kunut” sıfatı zikredilmiştir.

Allah Teâlâ:

وَالْقَانِتِينَ

“Huzurda
boyun büken”,

Sfatını
zikrettikten sonra, takva ve sabır sıfatlarının gereği
olarak bazı  salih amelleri “yüksek rütbeler” olarak
isimlendirmiştir.

Allah -azze ve celle-
şöyle buyurmuştur:

وَالْمُنْفِقِينَ
وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأسْحَارِ)).[ سورة آل عمران
الآية: 17]

“… Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde
(Allah’tan)
bağışlanma dileyenlerdir.”

Fahreddin er-Râzî -Allah ona rahmet etsin- şöyle
demiştir:

“Bilesin ki, Allah’ın kullarına yüklemiş olduğu çeşitli
mükellefiyetler vardır.

(Bunlardan) ”
والصابر” =”sabırlı”  (bu yükümlülüklerin) her türlüsünü
eda etme konusunda sabırlı olan kimse demektir. 

Bu (sabır)
mertebe(si)nin en olgun derecesi ise, ifa edilen yükümlülüklerin şahidi
bizzat kendisi olan salih amellerdir. Bu (durum), salih amel sahibi kimsede
mutlaka kendini belli edecektir. Bu mertebe, birincisinden daha geri planda
kalınca, Allah Teâlâ; -doğal olarak- öncelikle “الصابرين”
sabredenler”i, sonra da “
الصادقين” “doğruluk ehli
kimseler”i zikretmiştir.

Yine, Allah Teala, (kulların dikkatlerini) bu
iki çeşit ibadet’in devamlılığı konusundaki görevlerine
çekmektedir:

(
والقانتين )

Yani, Allah’a itaatte devamlı olanlar.

Bu üç ibare, (es-sâbirîne- ve’s-saâdıkîne-
ve’lkânitîne = sabredenler-dosdoğru olanlar ve Allah’a boyun eğip,
itaatinde dâim olanlar), bütün ibâdet çeşitlerine yönelik,
devamlılık konusuna teşvik etmek ve sevdirmek için
zikredilmiştir.

Allah Teâlâ, bundan
sonra, belli başlı bazı taât/ibadetleri zikretmiştir.

Bunlardan,
kıymeti bakımından en değerli olanı iki tanesidir:

Birincisi: Mal ile
yapılan hizmet/mücadele.

Burada,“والمنفقين”
“İnfak edenler” olarak adlandırılmışlardır.

İkincisi:
Nefis ile yapılan hizmet/mücadele.

Bu da“والمستغفرين
بالأسحار” “Seherlerde
bağışlanma dileyenler” olarak isimlendirilmişlerdir.

Eğer, niçin “infak edenler”, “tevbe
istiğfar edenler”den önce zikredilmiştir? diye sorulacak olursa,

Deriz ki: Çünkü bu âyet, kulun alt
(mertebelerden) üst (mertebelere) doğru bir yükselişini ifade
etmektedir. Bu nedenle, “seher vakitlerinde tevbe istiğfar edenlerin en
sonunda zikredilmesinde bir beis yoktur.”(Mefatîhu’l-Ğayb, – özet
olarak-; c:7, s:176-177).

Bununla birlikte, Tefsir âlimleri, (yukarıda
zikri geçen) sıfatlar arasındaki atıf harfi “vav”ın
sırrı ile ilgili olarak çok ince ve detaylı görüşler
beyan etmişlerdir.

Okuyucularımıza (ağır gelmemesi
için) daha fazla uzatmak istemiyoruz. Kim, daha fazla açıklama isterse, bu
cevapta adı geçen yukarıdaki tefsirlere müracaat edebilir.

Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Kaynak

İslam Soru-Cevap Sitesi

at email

e-posta hizmetine katılım

Yeni bilgiler ve güncellemelerden haberdar olmak için e-posta hizmetimize katılmanızdan dolayı memnuniyet duyarız

phone

İslam Soru & Cevap Uygulaması

İçeriğe daha hızlı erişim ve internet olmadan gezinme yeteneği

download iosdownload android